"Ders aşkı nedir?" diye sorsaydılar, "Bu devirde kesilen elektriğe rağmen ciddi ciddi mum yakıp, çalışmaya devam etmektir." derdim herhalde. Bilemiyorum, bu derse olan aşkım mı yoksa vizelere az bir zaman kalışının göstermiş olduğu "yumurta-kapı" benzetmesi mi ama her ne ise elektriklerin kesilmiş olması çalışmama engel olmayacak bunu biliyorum.
Mumları yakmış olmamla birlikte elimdeki kalem, önümdeki beyaz sayfa ve ben romantik bir üçlü oluşturduk diyebilirim. Ve tam da o anda karşımdaki SDT (Siyasal Düşünceler Tarihi) notlarımı bir kenara itip kurşun kalemimin ucundan çıkan bu satırları yazmaya başladım.
Gözümün önünde eriyen muma uzun uzun bakıp, pencereme vuran yağmur damlalarının sesiyle biraz da kendimi dinleme fırsatını buldum. Bir gece ancak bu kadar sessiz ve 'temiz' olabilirdi nazarımda. Elektrik yok, televizyon yok; elektrik yok, internet yok; elektrik yok, karanlık var; elektrik yok, "ben varım." En önemlisi de bu sanırım..
Bir muma, bir duvara bakıyorum arada. Elimin gölgesi duvarda gizliden oyun oynamak istiyor benimle. Tıpkı çocukken olduğu gibi.. Şimdi yanımda abim olsaydı oyuna başlamıştık bile. Bir iki can veriyorum duvardaki gölgeme ama tek başıma hevesimde olmuyor açıkçası. Derken bir anda aydınlanıyor tüm oda. Bütün o atmosfer yok oluyor. Gözüme aniden SDT notlarım çarpıyor ve çalışmam gerektiğini hatırlıyorum.
Sonra diyorum ki kendi kendime, sanırım bu ders aşkı değildi bendeki. Güçlü bir yazma özlemiydi, tıpkı eskisi gibi..