4 Mayıs 2012 Cuma

Keşke hep çocuk kalsaydım diyenlere..


3 yıl önce yazmış olduğum bir yazı geçti elime bugün. Sessizce bi köşeye geçip gülümsedim okurken. Çünkü ruh halim sanki hiç değişmemiş gibi şu aralar yeniden sıkça istediğim şeyleri anlatmış gibiyim. Fazla uzatmayayım, lise yıllarımdan bir yazıyı paylaşıyorum sizinle.. 


Şöyle bir kendimi, bir beni alıp gitmeyi; gidebilmeyi öyle çok isterdim ki.. Herşeyden çok..
Başkaları için değil, kendim için yaşamak isterdim. Dilediğim gibi, bencil ve umursamaz..
Boş konuşup bilge edasıyla dolaşan insanlardan uzaklaşmalı bazen.. Ayakların kopana kadar, dilediğince, nereye gittiğini bilmeden yürümeli yabancılık çektiğin bi' yerde.
Hiç tanımadığın yaşlı bi' amcaya sıcacık bi 'merhaba!' demeli.. Eminim çevrendekilerin verdiği yapmacık cevaplardan daha samimi olacaktır gülümsemesi..
***
Şu günlerde beynim o kadar yoğun ki içinden geçen bir düşünceyi yakalayıp ona odaklanamıyorum. Ve ben şimdi farkettim de, 'neyse'den sonra en çok 'odaklanmak' kelimesini kullanıyorum.
'Neyse yaa..' ben ne diyorum?! Hayallerime geri dönmeli..
İyi ki ıssız bir adaya düşeceğimi düşünecek kadar saçma hayallerim yok. Sadece biraz uzaklaşmak istiyorum. Herşeyden, herkesten..
Yanımda yalnızca bir film adından esinlenerek söylediğim; 'Ben, Kendim & Sevgilim ' olmalı..
Belki de az kaldı..
Hayallerime yaklaşıyorum zamanla..
Çünkü büyümek yeterli herşey için..
Ve ben gün be gün büyüyorum tıpkı şarkıdaki gibi..


Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi..
Şimdi çocuk büyümekte günbegün..
Bütün hüzünleri okşadı birer birer..
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün. 






23 Nisan 2012 Pazartesi

Mim mi o da ne?

Evet blogger'da daha yeni olmam dolayısıyla sıkça rastlamış olduğum "mimlemek" kelimesi başta "o da ne oluyor ki?" diye tepki vermeme neden olsa da yavaş yavaş eğlencesinin farkına varıyor ve ilk mim'imi paylaşıyorum sizlerlee :)


1) Mesleğin seni mutlu ediyor mu?
Henüz öğrenci olsamda, okuduğum bölümü seviyorum bu nedenle ileride edineceğim mesleği de seveceğimi umuyorum. :)


2) Seçtiğin meslek dilediğin  meslek miydi?
Bunu okuduğun bölüm olarak değiştirsem daha yerinde olur sanırım. Evet okuduğum bölüm dilediğim bölümdü.


3) Yalnız mı, ilişki de mi yaşamayı tercih edersin?
Yalnız olmayı ve aşık olmadan yaşayabilmeyi tercih ederdim ama ilginçtir ki devam eden mutlu bi ilişkim var :)


4) Tatsız durumlardan kaçmak için yalan söyler misin?
Yalan söyleme konusunda pek başarılı olamasamda, yalan üretme konusunda iyiyimdir. :) Evet bazı tatsız durumları düzeltmek için yalan söyleyebilirim.


5) Yabancı dil konuşuyor musun?
Çok iyi değil.


6) Rüyandaki evde oturuyor musun? Taşınmak veya yurtdışına gitmek istiyor musun?
Sanırım gelmiş geçmiş en lüks öğrenci evinde kalıyorum, rüyamdaki ev mi peki derseniz hayır değil. :) Ömrümde bir kez bile olsa new york'a gitmek istiyorum.


7) Mobilya değiştirmeyi sever misin?
Sahip olduğum mobilyaları seviyor ve olabildiğince temiz kullanmaya çalışıyorum.


8) Çevre ve Hayvanları korumak adına yaptığın birşey var mı?
Çevreyi kirletmemeye özen gösteririm fakat utanarak söylemeliyim ki hayvanlara zarar vermemekten başka onlar için yaptığım bir şey yok.


9) Televizyon ve filmleri sever misin?
Televizyon izlemiyorum. Film izlemeyi severim.


10) Bırakmak istediğin kötü huyların var mı?
Sinir! Çabuk sinirlenen ve bunu açığa çıkaran bi yapım var. Bu nedenle çok kalp kırıyor daha sonra ben üzülüyorum.


11) Loto veya benzeri şans oyunları oynar mısın?
Oynamam.


Bu mimi yapmamış olan herkesi mimledim. İyi eğlenceler. :)

22 Nisan 2012 Pazar

Peki ya sen?

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Yapacak daha iyi bir şey aklıma gelmediği için..

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Yazamadığım için..

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Ne yapayım? Aptallıklarınızın bir parçası mı olayım? Bana böyle bir soru soran biriyle bir kaç saat konuşmak zorunda kalmaktansa ömrüm boyunca kitaplara gömülmeyi tercih ediyorum..

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- İnsan sevmiyorum ben. Gerçek insanları sevmiyorum. Fazla sıkıcılar. O yüzden kitaplarda bulduğum ve gerçek olmadıklarını bildiğim insanlar ruhumu dinlendiriyor..

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- “Sorma neden niçin, her şey yalnızlıktan..”

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Küçüklüğümden beri böylesine şaşkın sorularla karşılaştığımda ne cevap vereceğimi bilemediğim için..

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Neden insanlar bu kadar az kitap okuyor?

Neden bu kadar çok kitap okuyorsun?
- Neden balıklar su altında boğulmuyorlar? neden kediler hep dört ayaklarının üstüne düşüyor? neden sevdiğimiz ölüler ve sevmediğimiz diriler çok…

19 Nisan 2012 Perşembe

Düzenli uykusuzluk!

Son zamanlarda sıkça yaşadığım bir problem olan uykusuzluk dün gece de yatağıma misafir olup demir kürdanlarını yerleştirdi göz kapaklarıma. Sanırım 2.öğretim öğrencisi olmanın sayılı kötü yanlarından biri de bu olsa gerek; "düzenli uykusuzluk!" Geç uyanmamın ve az yorulmamın katkılarıyla bu durum bende daha da büyüyerek geceleri aşırı şekilde problem yaratır oldu.
Dün gece de yine böyle geçmek bilmeyen bir geceydi.  Saat 01.30 sularında, erken kalkmak maksadıyla (yani bu 11 civarı oluyor) yatağıma yattım. Fakat geldiğini zannettiğim uykum daha içeri girmeden kapımdan bi selam çakıp yoluna devam etmişti anlaşılan. Yerine bolca düşünce ve uyuyamamanın verdiği siniri yollamıştı. Yine de ben kararlıydım, bu durum sabrımı taşırıp, baş ağrılarıma neden olmadan mışıl mışıl uykuya dalacaktım.
Sakince gözlerimi kapadım ve işe yaramayacağını tahmin etsem de "koyunları" saymaya başladım. Hepsini teker teker çitten atlatacaktım. Nihai amacımdı bu. Birinci koyun atladı. Derken peşi sıra iki, üç, dört, beş.. Beş..? Bi dakika bi dakika! Bu koyunun kalçaları neden bu kadar genişti?? Takılıverdi çite, atlayamadı. Bu kiloyla atlayamazdı tabii. Sahi bu koyunun poposu nasıl bu kadar büyüktü? Hem neden uyuyamayınca ille de koyun sayılırdı ki? Neden öküz değil? Ya da civciv.. Veyahut ben bir iguana sayabilirim mesela. Hem daha atraksiyonlu.. Çok bilmişlik yapıp tüm bunlar Amerika'nın bir oyunu bize koyun olmamızı aşılıyorlar diyerek saçmalamanın sınırlarını da zorlamıyorum tabii. Bunları düşünürken hepten uykum açılıyor maalesef.
Sonra bir titreme hissediyorum. Ne ki o? Yok canım, deprem değil. Ama şimdi deprem olsa ne olur diye düşünmeden de edemiyorum. Allah'tan ceketim kapının yanındaki sandalyenin üstünde asılı. En azından kaçarken alır, dışarı çıktığımda üşümem. Peki ama deprem olurken mi kaçmalıyım yoksa durmasını beklemeli miyim karar veremiyorum. Ya Marmara depremi kadar uzun olursa, 45 saniye bekleyecek miyim? En iyisi kaçmak.. Tüh keşke telefonumun şarjı full olsaydı, ya günlerce eve giremezsem? diye düşünüp kafayı buna takıyor, hatta bi ara kalkıp telefonumu şarja mı taksam diye ikileme düşüyor ve tembelliğime yenilip yatmaya devam ediyorum.
Uykuya ne oldu diyeceksiniz. Ne uykusu? gözlerim fal taşı gibi tavana dikildi bile..  Saçmalama Zeynep diyorum. Tekrar sakinleşip, gevşiyorum ve daha rahat bir şekilde gözlerimi yumup hayal kurmayı deniyorum.


Cennet gibi güzel ve ıssız bir koyun kumsalında tek başıma güneşleniyorum. Deniz tertemiz, kumlar sıcacık.. Güneş tenime işliyor sanki. Hafiften ılık bir rüzgar esiyor. Hiç bir derdim, tasam yok.. Uzaktan gelen kuş cıvıltıları ruhumu okşuyor. Tam uykuya dalacakken güneşin tenimi yakmaya başladığını farkediyorum. Sanırım günün en sıcak saatindeyim. Sonra bir kumsala göz atıyorum da, ya buralarda akrep falan varsa? Rahat edemiyorum, sıyrılıyorum hemen bu hayalden de.. Hayal senin neyine be kızım! Kapıyorum tekrar gözlerimi. Bildiğim tüm duaları okuyorum. Ve bir zaman sonra işkenceye dayanamayan bünyemle uykuya dalıp saçmalamalarıma rüyamda devam ediyorum.

13 Nisan 2012 Cuma

O eski halimden eser yok şimdi!

Gün geçtikçe büyüdüğümü ve olgunlaştığımı hal hareketlerim doğrultusunda hissediyorum. Sanki şu son bir kaç aydır daha sabırlı, daha sakin, daha huzurlu günler geçiriyorum.
    Bundan yaklaşık bir yıl öncesinde devam eden beni yıldırmış bir üç yıllık ilişkinin tam da son demlerini yaşıyordum. Yorgun, sinirli ve güvensiz bir kadın olarak!
Eski sevgilimle 3 yıllık bir geçmişimiz olmasına ve onu deliler gibi sevmeme rağmen içimde güven adına tek bir zerre taneciği bile bulmak mümkün değildi ne yazık ki..
Onunlayken olgunlaştığımı zannetsem de ne kadar çocukça davranışlarda bulunduğumu bu günlerde daha net görebiliyorum diyebilirim. 
Yanlış anlaşılmasın, güvensizliğimin elbette haklı sebepleri vardı. Aldatılmam gibi.. Ve bu güvensizliğin karşılığını haketmediğim halde bende güvensizlikle almıştım. Ben ne kadar sadakat gösterirsem, O bunu suistimal edip, beni kısıtlamayı giderek arttırmıştı. Sanırım bu ilişkinin temellerinin sağlam olmayışının yanında bu gibi küçük sarsıntılar binanın hasarlanmasına neden olmuştu. Ve malesef sevgi herşeye yetmiyordu..
Sevmek bir çok şeyi değiştiremiyordu..
Bir gün bir karar vermem gerektiğini düşündüm. Ya tüm bunlara sesimi çıkarmayıp mutlu taklidi yapacaktım ya da hayatın henüz başındayken yeniden sevmeyi deneyecektim. Kararı verirken pek zorlanmadım aslında. Zaten uzaktan yürütülen bir ilişkinin bu hale gelişinden fazlaca usandığımdan ani bir şekilde ayrılmak istediğimi söyledim.
O da yanlışların, saçmalıkların ve imkansızların farkındaydı ancak kabullenmek istemiyordu. Belki de ayrılığa henüz hazır değildi. Öyle ya, Onu buna hazırlamak için hiçbir girişimde bulunmamıştım. Bir gün öylece hiç beklemediği bir anda terketmiştim onu.. 

Şimdi.. 
Yeni ve düzenli bir ilişkim var. Yeniden sevmeyi ve sevilebilmeyi başarabildim. Sanırım herkes bu kadar kısa sürede yeniden başlayacak kadar şanslı olamaz. 
Eski ilişkimde yaşamadığım bir çok güzelliği tadıyorum şu ara. Henüz 20 yaşındayım ve daha 16 yaşında aldatılmanın verdiği özgüvensizliği atlattım nihayet. En önemlisi karşımdaki insanla aramdaki saygıyı kaybetmiyorum. Dozunda kıskanılıyorum, kısıtlanmıyorum. Çünkü zaten nerede durmam gerektiğini biliyorum. Ve ben, "ben gibi" yaşıyorum. Başka birinin istediği gibi değil.. 
Şimdi sevgilime güveniyorum. Arkadaşlarıyla bir yere gittiğinde "beni aldatıyor mu? " diye düşünmüyorum. 
Başım sıkıştığında 10 dakika sonra yanımda olacağını biliyorum. 
Şu günlerde daha huzurlu, daha gönlü ferah, daha "bahar havasında" günler geçiriyorum. 
Ve şu son günlerde bana çok iyi göründüğümü söyleyenlere bolca "o eski halimden eser yok şimdi!" diyorum.



9 Nisan 2012 Pazartesi

Öylesine bir yazı..

Hayat ne garip!
Hiç beklemediğim anda, hiç beklemediğim bir şehirde buldum kendimi. Olmamam gereken zamanlarda fazlasıyla yalnız kaldım. Yapmamam gerekenleri yaptım bazen. Evet, fazlasıyla dert açtım bazen de başıma. Hataların haddi hiç olmadı bende. Ve üstesinden yine tek başıma geldim.
Kuralmış gibi aşık olmam da beklemediğim zaman dilimlerine tekabül etti hep. Ve insanlara göre genelde tarzım olmayan birilerine aşık oldum ben. İnsanın nasıl tarzı olurdu ki zaten böyle bir konuda? Uzun boylu, yakışıklı, zengin bir "zibidi" beni son model arabasıyla mı mutlu edebilirdi? Yoksa inebilir miydi kalbimin derinliklerine? Ya da  herşeyi iki bacak arasına yeğlemek daha çok işine gelmez miydi?
Aradığım fazlasıyla sıradan, basit bir mutluluktu belki. Ama bunu görebilmekti mesele..
Hayatta peri masalları gibi mutlu aşk yok maalesef..Kusursuz bir aşk hiç yok. Hangi insanoğlu kusursuzdu ki aşkı da kusursuz olsun? Önemli olan hatalarıyla sevmek değil mi karşındakini? Sonuçta hatalardır insanı olgunlaştıran. Önemli olansa tüm bunları beraber aşabilmektir. Sımsıkı tutarak sevdiğinin elini..
Emin olduğum bir şey varsa o da çıkarsızca yürütüyorsan bir ilişkiyi şöyle yada böyle mutlaka yüzü gülüyor insanın..

7 Nisan 2012 Cumartesi

İçimizdeki Diktatör

Kadınların içinde gizli bir diktatör barınır. İlk bakışta belli olmayan, bir kuytuda saklanan. Çıkmaz öyle kolay kolay;renk vermeden, ses vermeden, bekler, demlenir. Koleksiyoncudur. Pul biriktirir gibi, mücevher biriktirir gibi, kitaparalarında kurumuş çiçek biriktirir gibi o da hatıra biriktirir. Nerede, ne zaman, ne olmuştu.... Hangi vakitte kim kime ne söylemişti.... Vakanüvis gibi yazar da yazar en ince ayrıntıları, kara kaplı kalınca bir deftere. Anahtarı sadece kendinde. Saklar yaşananları bu dişil diktatör; doldurur çekmecelere. Tasarrufludur; geçmişi kırpıp kırpıp yıldızlar yapar.

Aynı hadiseleri döne döne zihninde yaşar. Anı turşuları kurar kavanozlarda, fıçılarda. Kışın, havalar soğudu mu, ortam az biraz ayaza kesti mi açmak üzere. Kadınların içindeki diktatör hatırlamakta ve hatırlatmakta ustadır. Bir hadisenin üzerinden seneler geçmiş bile olsa, o bulur ilgili konuyu ilgili kutuda, çıkarır ortaya. “Sen” der, “bundan üç sene evvel filanca mekânda bana böyle böyle yapmamış mıydın?” ya da “Falanca tarihte şu olmuştu da sen de şöyle hareket etmiştin”... Güzel ve aydınlık anılardan ziyade kötü anıları biriktirmeyi sever diktatör. Sirkeleşir hafızası saklaya saklaya. Kemleşir dili, üslubu, bunca şeyi içine ata ata. Kadınların içindeki diktatörün ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. Lakin genellikle flört aşamasında değil, ilişkilerin henüz taze olduğu evrelerde değil, sonraları arz-ı endam eder. Evlilik ertesi ise çok daha rahat boy gösterir. Çıkar kozasından. Başlar karışmaya. Bayılır müdahale etmeye. Her şeye... Kadınların içindeki diktatör, sevdiği erkeğe annelik etmeye kalkar. Onun her şeyini düzenlemek, bilmek, sahiplenmek ister.

Erkeklerin içinde gizli bir diktatör barınır. İlk bakışta belli olmayan, bir kuytuda saklanan. Tamamen kamufle değildir aslında. İpuçları verircesine zaman zaman sinyaller gönderir dış dünyaya. Durduk yerde yaşanan kıskançlık krizleri, tahakkümperver çıkışlar, asabi patlamalar, güç gösterileri... Lakin ekseriya bekler bu diktatör; pişer, demlenir kozasında. Vaktinin geldiğine kanaat getirdiğinde çıkıverir ortaya. Yaşadığı ilişkiden ve bunu kaybetmeyeceğinden ne kadar eminse o kadar yüksek sesle gürler. Tuhaf bir diktatördür bu, yedikçe acıkan, güçlendikçe zayıf hisseden, kendine bir türlü güvenmeyen, ele geçirdikçe yetinmeyen. En sevdiği şey kuşatmak, karşısındakine mutlak anlamda sahip olmaktır. Kelimelerden cephane yapar, fiziksel kuvvetinden yararlanır. Erkeklerin içindeki diktatör, sevdiğikadına efendi olmaya kalkar. Onun her şeyini düzenlemek, bilmek, sahiplenmek ister.

Kadınların içindeki diktatör ile erkeklerin içindeki diktatör anlaşamazlar oldum olası. Bir ipte iki cambaz nasıl yürümezse, aynı çatı altında iki otoriter de geçinemez. Dolayısıyla başlar güç mücadelesi. Yatak, mutfak, yemek masası savaş yeri. Her iki taraf da berikini değiştirmeye, kendine benzetmeye çalışır, beyhude. Dışarıdan empoze edilen sistemler nasıl çökerse birer birer, sevgililerin/eşlerin birbirine dayattığı zoraki dönüşümler de er ya da geç çatırdar bir yerinden.

# George Sand ile Frederic Chopin’in hayatlarını okuyorum bir süredir. Roman kahramanları gibi görüyorum onları. Hikâyelerini yazıyorum zihnimde. 19. yüzyılın en ilginç, belki de en zorlu aşklarından onlarınki. Yetenekli, zeki ve cüretkâr bir kadın yazar ile dünyaca ünlü bir müzisyenin birlikteliği. Bugün, kadının tarafını tutarak yazılan biyografilerde Chopin bir duygusal külfet, adeta bir engel gibi gösteriliyor. Erkeğin tarafını tutarak yazılan kitaplarda ise George Sand’in onu yorduğu, yıprattığı ima edilmekte. Kadın romanlarını yazabilsin diye erkek kendi taleplerinden feragat etti mi acaba? Erkek beste yapabilsin diye kadın arzularından vazgeçti mi acaba? Mutlak özgürlük var mıdır evlilikte? Peki nerede başlar demokrasiden diktatörlüğe geçiş? 

Özgürlüğün olmadığı yerde aşktan söz edilebilir mi hâlâ?









                                                                                                     *Elif Şafak