7 Nisan 2012 Cumartesi

İçimizdeki Diktatör

Kadınların içinde gizli bir diktatör barınır. İlk bakışta belli olmayan, bir kuytuda saklanan. Çıkmaz öyle kolay kolay;renk vermeden, ses vermeden, bekler, demlenir. Koleksiyoncudur. Pul biriktirir gibi, mücevher biriktirir gibi, kitaparalarında kurumuş çiçek biriktirir gibi o da hatıra biriktirir. Nerede, ne zaman, ne olmuştu.... Hangi vakitte kim kime ne söylemişti.... Vakanüvis gibi yazar da yazar en ince ayrıntıları, kara kaplı kalınca bir deftere. Anahtarı sadece kendinde. Saklar yaşananları bu dişil diktatör; doldurur çekmecelere. Tasarrufludur; geçmişi kırpıp kırpıp yıldızlar yapar.

Aynı hadiseleri döne döne zihninde yaşar. Anı turşuları kurar kavanozlarda, fıçılarda. Kışın, havalar soğudu mu, ortam az biraz ayaza kesti mi açmak üzere. Kadınların içindeki diktatör hatırlamakta ve hatırlatmakta ustadır. Bir hadisenin üzerinden seneler geçmiş bile olsa, o bulur ilgili konuyu ilgili kutuda, çıkarır ortaya. “Sen” der, “bundan üç sene evvel filanca mekânda bana böyle böyle yapmamış mıydın?” ya da “Falanca tarihte şu olmuştu da sen de şöyle hareket etmiştin”... Güzel ve aydınlık anılardan ziyade kötü anıları biriktirmeyi sever diktatör. Sirkeleşir hafızası saklaya saklaya. Kemleşir dili, üslubu, bunca şeyi içine ata ata. Kadınların içindeki diktatörün ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz. Lakin genellikle flört aşamasında değil, ilişkilerin henüz taze olduğu evrelerde değil, sonraları arz-ı endam eder. Evlilik ertesi ise çok daha rahat boy gösterir. Çıkar kozasından. Başlar karışmaya. Bayılır müdahale etmeye. Her şeye... Kadınların içindeki diktatör, sevdiği erkeğe annelik etmeye kalkar. Onun her şeyini düzenlemek, bilmek, sahiplenmek ister.

Erkeklerin içinde gizli bir diktatör barınır. İlk bakışta belli olmayan, bir kuytuda saklanan. Tamamen kamufle değildir aslında. İpuçları verircesine zaman zaman sinyaller gönderir dış dünyaya. Durduk yerde yaşanan kıskançlık krizleri, tahakkümperver çıkışlar, asabi patlamalar, güç gösterileri... Lakin ekseriya bekler bu diktatör; pişer, demlenir kozasında. Vaktinin geldiğine kanaat getirdiğinde çıkıverir ortaya. Yaşadığı ilişkiden ve bunu kaybetmeyeceğinden ne kadar eminse o kadar yüksek sesle gürler. Tuhaf bir diktatördür bu, yedikçe acıkan, güçlendikçe zayıf hisseden, kendine bir türlü güvenmeyen, ele geçirdikçe yetinmeyen. En sevdiği şey kuşatmak, karşısındakine mutlak anlamda sahip olmaktır. Kelimelerden cephane yapar, fiziksel kuvvetinden yararlanır. Erkeklerin içindeki diktatör, sevdiğikadına efendi olmaya kalkar. Onun her şeyini düzenlemek, bilmek, sahiplenmek ister.

Kadınların içindeki diktatör ile erkeklerin içindeki diktatör anlaşamazlar oldum olası. Bir ipte iki cambaz nasıl yürümezse, aynı çatı altında iki otoriter de geçinemez. Dolayısıyla başlar güç mücadelesi. Yatak, mutfak, yemek masası savaş yeri. Her iki taraf da berikini değiştirmeye, kendine benzetmeye çalışır, beyhude. Dışarıdan empoze edilen sistemler nasıl çökerse birer birer, sevgililerin/eşlerin birbirine dayattığı zoraki dönüşümler de er ya da geç çatırdar bir yerinden.

# George Sand ile Frederic Chopin’in hayatlarını okuyorum bir süredir. Roman kahramanları gibi görüyorum onları. Hikâyelerini yazıyorum zihnimde. 19. yüzyılın en ilginç, belki de en zorlu aşklarından onlarınki. Yetenekli, zeki ve cüretkâr bir kadın yazar ile dünyaca ünlü bir müzisyenin birlikteliği. Bugün, kadının tarafını tutarak yazılan biyografilerde Chopin bir duygusal külfet, adeta bir engel gibi gösteriliyor. Erkeğin tarafını tutarak yazılan kitaplarda ise George Sand’in onu yorduğu, yıprattığı ima edilmekte. Kadın romanlarını yazabilsin diye erkek kendi taleplerinden feragat etti mi acaba? Erkek beste yapabilsin diye kadın arzularından vazgeçti mi acaba? Mutlak özgürlük var mıdır evlilikte? Peki nerede başlar demokrasiden diktatörlüğe geçiş? 

Özgürlüğün olmadığı yerde aşktan söz edilebilir mi hâlâ?









                                                                                                     *Elif Şafak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder